Arayı çok açmadan yine gelmişti. Bırakmamıştı peşini… Sanki rezerve etmişcesine yine aynı odayı verdiler. Yavaş ve düşünceli adımlarla odasına doğru ilerledi. Sakince kapıyı açtığında, burnunun aşina olduğu o kokuyu hemen hissetti. Eşyalarını, odadaki yatağın kenarına aynı sakinlikte bıraktı. Yatağın ortasına oturdu ve derin düşüncelere daldı. Elleri titriyordu. Hani dersin ya, bir ses duysam, ne olduğu fark etmez bir ses duysam. İşte o ses gelmiyordu. Bir taraftan düşünüyor, diğer taraftan gözlerini kapıdan ayırmıyordu. Hiç bu kadar yok olmak istememişti. Arayan, soran olmuştur belki deyip cep telefonunun ekranına baktı. Fakat nafile. Bir tek kıpırtı için ömrünü vermek isterdi. Ne gidilir bu noktada ne de nefes alınır kaldığın yerde.
Hayatın durdurma tuşuna basmış gibi hayat durdu bir anda. Yağmur yağmadı sonra. Pencereden dışarı baktı, sokaktan kimse geçmedi. Bavulundan kitabını, kalemini, kâğıdını aldı ve aklından ne geçiyorsa uzun uzun yazdı. Sonra mutlu olmak için ne çok sebebi olduğunu elindeki kalemle, kâğıda tek tek yazarak liste oluşturdu.
Küçük bir evi vardı. Kurduğu hayatı, düzeni vardı fakat yanında eşi yoktu. Yaptığı mutlu olma listesi anlamını yitirdi. Keşke yağmur yağıyor olsa, keşke gece simsiyah karanlık olsa, keşke şarkılar ona yazılmış olsa, keşke yere oturmuş kareleri sayarken bir yıldız kaysa, keşke ona yazdığı yazıları anlayabilse… Hiçbiri olmadı. Eşi, vakitsizce ayrılmıştı yanından. Bu vakitsiz ayrılığın üzerinden çok geçmedi, üzüntüsünü tam yaşayamadı… O’da aynı hastalığa yakalandı, eşinin vefatına şahit olduğu, serum kokan, dar, soğuk, uzun koridorun sonundaki oda da bu sefer O kalıyordu.
Derin bir nefes aldı.
Elindeki kalemle, kâğıdın sonuna şunu yazdı. “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı.”
27.02.2019
Mehmet PEHLİVAN